30 Ocak 2016 Cumartesi

NEDEN ŞİKAYET HAKKIMIZ YOKTUR

Gençler doğaları gereği ve hakları gereği hep şikayet ederler. 
Kurallardan, derslerden, sistemden, maaşlarından, eğitimden, ailelerinden, işlerinden, bizden, ülkelerinden, şehirlerinden...

Normaldir, olması gerekendir. 

Sonra birer birer bu şikayet hakları elinden alınır. 
 
İlk mezun olduklarında ellerine diplomalarını ellerine aldıklarında, ilk iş sahibi olduklarında, ilk mevki sahibi olduklarında bu şikayet hakları ellerinden gider. Çünkü, şikayet ettikleri şeyleri düzeltmek için artık imkanlar kendi ellerindedir. Onun içindir ki; şikayet ettiğiniz ne varsa onu düzeltmek için artık imkan sizin elinizdedir. Unutmayın ki, sizden de şikayet edilmesini istemiyorsanız, sizde sizden sonraki gelecekler için bir şeyler yapın. 

24 Ocak 2016 Pazar

GELECEĞE FAL BAKMAK

GELECEĞE FAL BAKMAK=Fütürizm

 

İnsanlar her zaman gelecekte ne olacağını hep merak etmişlerdir. Bu sebeple kralların tarihte başvurdukları astrologlar, falcılar, medyumlar ve kâhinler olmuştur. Öyle ki, normal insanlarda gelecek için bu insanlara başvurmuşlardır.Modern çağda bile insanlar kahve falına, iskambil kâğıtlarına, bilgisayar programlarına, tarot kartlarına kadar pek çok yöntemleri de kullanmaktadır.

 

Peki, bilim gelecek için nasıl bir bakış, nasıl bir öngörüverebilir. Bilgi kullanılarak fütüristik bir bakış mümkünmüdür? Elbette ileri bilimsel bilgilerle pek çok tespitler yapıla bilinmektedir. Ne olacak, nasıl olacak, ne yiyeceğiz, nasıl yaşayacağız, ne kullanacağız, kaç kişi olacağız, nasıl bir birey, nasıl bir sosyal hayat olacak gibi pek çok öngörüyü bu günden belirlemek ve bilmek aslında bilimsel verilerle de mümkün olabilir. Çok karmaşık bilimsel analiz ve bilgilere girmedenbile, basit bazı gelecek öngörüleri aslında yapılabilir.

 

Elbette, bugünde geçmişin geleceğiydi. Bugün olan gelecek içinde geçmişte yapılmış tahminler ve yazılan yazılar nispeten gerçekleşmiş durumdadır. Bu öngörülerin bilimsel olanlarıhemen hemen doğru tahminlerle tutturulmuş durumdadır.

 

Geleceği salt teknoloji ile düşünmek, bu günün entelektüel bakışı ile çok da mümkün olmayabilir. Zira sosyo-kültürel yapı geleceği çok farklı değerlendirecektir. Örnek olarak 100 yıl önce endüstriyel ürünler en gözde ürünler olarak görülürken bugün doğala dönüş ve daha sade bir yaşam şekli yükselen trendlerdendir.

 

GELECEKTE NE Mİ OLACAK? BAZI FÜTÜRİST ÖN GÖRÜLER:

   

Evlerde mutfak olacak mı?

Gelecekte evlerde mutfak olmayacağı öngörülmektedir. İnsanlar evde yemek ve bulaşıkla zaman kaybetmek istemeyecekler. Kadınların çalışma hayatına daha fazla yer alması ve sosyal hayatta var olması ile beraber, zamanlarını mutfakta geçirmek istemeyeceklerdir. Bu yüzden de yemek tariflerinin pek çoğu kayıp olacak ve nesilden nesile bu bilgiaktarımı sadece kitaplarda kalacaktır. İnsanlar daha çok dışarda yiyecek ve hızlı yemek kültürü maalesef artacaktır. Eve servis hizmeti bu sektörün lokomotifi olacaktır. Mimarlar tasarımlarından artık mutfağı çıkartarak sadece bir ısıtıcı, bir mikrodalganın, bir buzdolabın olduğu alanlar tasarlayacaktır. Böylelikle, daha kullanışlı alanlar tasarlanırken, daha kompakt evler daha ucuza mal edilmeye başlanacaktır.

 

Nasıl giyineceğiz?

100 yıllık tarihi olan kravat hala bugün kravat bir şıklık argümanı iken 20 yıl sonra kravatın artık olmayacağını bilmek tamamen sosyo-kültürel davranış bilimi ile ilgilidir. Daha fonksiyonel, rahat ve özel bakım gerektirmeyen materyaller tekstil sektörünün malzemeleri olacaktır.

 

Mekânlar küçülecek:

Artan nüfus, azalan yaşam alanları, metrekareye düşen insan sayısının artması, artan yaşam maliyetleri, azalan enerji kaynaklarından dolayı insanlar daha da küçük alanlarda yaşamaya başlayacaklar. Yaklaşık 550 yıl sonra yani 6-7 kuşak sonra dünya üzerinde 1 metrekareye 1 insan olması bekleniyor. Buna göre, daha yakın yaşam öngörülüyor.

 

 

Pamuk paramı, yoksa e-para mı?

Kâğıt para aslında pamuktan yapılır. Ancak gelecekte elektronik para devrine geçilecektir. İnsanların para, kredi kartı gibi materyalleri taşımasına gerek kalmadan e-ödeme devrine geçiş çok uzak gözükmemektedir.

 

Özel (Şirket) devletler dönemi olabilir mi?

İnsanları bir arada tutan değerler de değişmeler yaşanması ve özel sektörlerin bir devlet gibi insanlara yeni opsiyonlar sürmesi gelecekte beklenebilecek durumlardan birisi olarak görülüyor. Özel bir girişimci, bir kara bölgesini, bir özel sektör mantığı ile insanların yaşam alanlarına açmaya başlaması ile yeni bir yaşam tarzı ortaya çıkması düşünülmektedir. Yani, bedelini ödediğiniz sürece, bu özel devlette yaşayacak, güvenlik, temizlik gibi pek çok hizmeti bu şirketten karşılanabileceği düşünülmektedir. Her özel devlet size sizin yaşamayı istediğiniz yaşam şeklini size sunacak duruma gelecektir. Bugün buna benzer yaşam alanları sitelerde, residanslarda basit uygulamalar olarak uygulansa bile gelecekte bu farklı bir şekilde gündeme gelebileceği ile ilgili fütürist tahminler yapılmaktadır. Ortaçağ Avrupa kıtasındaki feodal modelin, özel sermaye modeli olarak tahminler şimdiden yapılmaya başlanmış durumdadır.

 

Bireysellik mi, Sosyal yaşam mı?

Nüfus artışı ile belli bir alanda yaşayan insan sayısında önemli bir artış olacak ve insanlar birbirlerine dokunmamak ve özellikle hijyenik kaygılarla daha bireysel yaşamayı tercih edeceği düşünülmektedir.

 

Teknoloji olacak mı?

Hayatı kolaylaştıran ve ihtiyacı karşılayan her teknoloji var olacaktır.

 

Meslekler nolacak?

Temel teknik meslekler var olmaya devam ederken, özellikle sosyal branşlar da yeni meslekler ortaya çıkacağı düşünülmektedir.

 

Balıklara nolacak?

Yaklaşık 40 yıl sonra deniz balığından daha ziyade çiftlik balıklarının daha çok tüketileceği tahmin edilmektedir.

 

Her evde ne olacak?

Gelecekte her evde 3D yazıcı olacak ve her şey için (yemek, oyuncak, alet, malzeme vs.) bu 3D yazıcılar kullanılacağı tahmin edilmektedir. Ne lazımsa size bu cihazlar hemen evde sizin için üretip hazır hale getirecektir. Akıllı buzdolapları ile insanlar artık alışverişe gitmeden dolapta eksilen ürünler otomatik olarak sipariş verilecek ve evlere gelecek. Yani, büyük mekanlar kaplayan AVM’ler geleceğin dünyasında fazla yer alamayabilir.

 

Sağlık sektörü ne olacak?

Gelecekte en önemli sektör sağlık sektörü olmaya devam ederken, daha çok uzun ömür ve önleyici ve de izleyici sağlık hizmetleri artış gösterecektir.

 

Dil ve toplumların yok olma riski var mı?

Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre her yıl dünya üzerinde konuşulan diller yok olmaya devam ediyor. 

 

İnsanoğlunun gezegendeki serüvenin de, savaşlar, iklim değişiklikleri, kıtlıklar, doğal felaketler kolonilerin yok olmasına sebep olmasına rağmen, en büyük risk geçmişte de olduğu gibi salgın hastalıklardır. Gelecekte de en büyük risk hala salgınlar olarak görülmektedir.

 

Özellikle ortaçağda Avrupa’da yaşanan veba salgını ile Avrupa nüfusunun 1/3ünün yok olması insan bilinçaltındaki en büyük korkusu durumundadır. Bu trajedinin bir daha yaşanmaması için insanoğlu elinden geldiğince tüm tedbirleri almaya çalışmaktadır. Kuş gribi, deli dana, AIDS, EBOLA, gibi salgınlar da bilim insanlarının, devletlerin ve örgütlerin bu kadar tedbir almasının ve reaksiyon göstermesinin temel nedeni budur. Gelecekte de salgın hastalıklar insanoğlunun en büyük korkusu olmaya devam edecektir. Çözümü bilinmeyen bir salgının nerede başlayacağı ve nerede biteceği bilinmemektedir.

 

Geleceğin nüfusu ne kadar olacak

Bilinen kayıtlara göre milattan önce 35000’ler de dünya nüfusu 1 milyon iken tarımı öğrenen insanoğlunun gezegenin tamamındaki nüfusunun 12000 yıl önce 15 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Veba yani kara ölümü 1350’li yıllarda yaşayan dünyanın o dönemde 370 milyon olan nüfusu geometrik olarak hep artmıştır. İnsanoğlu gezegen üzerinde koloniler halinde dağınık bir şekilde yaşarken bugün gelinen noktada dünya nüfusu 7-8 milyara kadar dayanmıştır. Nüfus geometrik olarak arttığına göre gelecekte önemli bir salgın, kıtlık ve doğal afetler olmadığı sürece 2050’li yıllarda 10 milyar, 2150’ler de 25 milyarlardan bahsedilmektedir.

 

Dünya üzerinde yaşanabilir kara parçası 64 milyon kilometrekaredir. Bilinen ilk çağlarda (3 milyon nüfusa göre)  1 kilometrekareye 0,05 kişi düşerken, bugün 109 kişi 1 kilometrekareye düşmektedir. 2050 yılında 156, 2150 yılında 390 kişi 1 kilometrekareye düşecektir. 2560’lar da asıl ilginç rakam olan 1 metrekareye 1 insan oranına yaklaşılmış olacaktır. 

  

Gelecekte birbirine bu kadar yakın yaşamaya başlayacak olan insanlar birbirlerine daha fazla tahammül etmek zorunda olurken, kaynak kullanımında ise daha fazla rekabet etmek durumunda olacaktır.

 

2150 ve ekmek hesabı

Yaklaşık 140 yıl sonra bugün ihtiyaç duyulan her şeyin 3,5katına ihtiyaç duyulacaktır. Her şeyin 3,5 katı üretilirken; 3,5katı artık da ortaya çıkacaktır. 

 

2150 yılında tüm insanlar gün boyunca sadece ekmekle beslenmiş olsa yılda sadece 6 milyar ton ekmek gerekecektir.

 

Yeni besin kaynaklarının yanı sıra yeni enerji kaynaklarının da bulunması gerekirken temiz bir dünya için çözümler üretmek zorundadır.

 

Kim kime muhtaç olacak:

Dünyanın bize değil bizim dünyaya ihtiyacımız var. Dünya kendi dengesini sağlayabilmek için, bir yerde bozulan dengesini başka bir yerde yeniden dengeye oturtmak için uğraşır.

 

Doğa ve bilimin değişmez kuralları vardır. Dünyanın bilinen tarihten, gelinen bugüne kadar geçen sürede, yazılı tarihe göre ilk bilinen dünya nüfusu 3 milyon olarak tahmin edilmektedir.

İnsanların dünya ile ilişkisinin başlamasından bu yana insanoğlu hep dünyanın gücüne boyun eğmiş ve onun kurallarına uyarak var olmaya çalışmıştır. İnsanoğlunu son 300 yıl içinde buhar makinesini keşfetmesi ile beraber bilimde de büyük bir sıçrama yaşanmıştır. Watt, Newton ve o dönem kuşakta yaşayan bilim insanları teknolojiye paralel olarak bilimin kapılarını aralamış ve insanoğlunun dünya ile olan ilişkisini baştan aşağı değiştirmiştir. Dünyanın sırları son 300 yıl içinde çözümlemeye başlarken, hakim olan gezegenin gücü, insanoğlunun gücü ile yer değiştirmeye başlamıştır. Teknoloji gezegene diz çöktürebilir hale geldiği düşünülürken, bu gelişmiş çağda gezegen kendi gücünü yeniden göstermeye başlamıştır.

 

1800 yıllarda Rudolf Clausis tarafından ortaya atılan entropi belki o dönemde anlaşılamamışken, son yüzyılda her şeyin aslında entropi ve denge ile ilişkili olabileceği fark edilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda entropinin gelmiş geçmiş en önemli teori olduğunu yine Einstein dile getirmiş. Günümüz ve gelecek, entropi ve denge ile açıklanabilecektir.

 

Gezegenin tekrar ortaya koyduğu gücüde entropi ve denge ile ilgilidir. Teknoloji ve sanayi devrimini yaşayan insanoğlu dünyaya hükmettiği tezinden de entropi ve denge kuramları ile vazgeçmek zorunda kalacaktır. Kâinatta her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çekmek ister. Nüfusun hızla artması dünyadaki enerjinin maksimuma çıkmasına

Yardımcı olurken, entropinin de yükselmesini yanidüzensizliğin ve artık enerjinin de artmasına sebep olacaktır. Zira dünya yukarıdan düşen taşın enerjisini düşürmeyeçalışırken, kendi üzerinde bu kadar yüksek enerji ve entropi artışını nereye kadar tolöre edebilecektir.

 

Gelecek, dünyanın kendi yasalarına göre yeniden düzenlenecektir. Dengeyi yine kendi belirleyecektir. Unutulmaması gerekiyor ki, dünyanın bize değil bizim ona ihtiyacımız vardır ve evrenin enerjisi sabittir.

 

Gelecek ve dünyanın sıcaklığı, küresel ısınma ve/veyasoğuma:

Dünya sıcaklığı son yüzyılda sanayi ve çevresel etkilerle artış göstermiş ve son dönemlerde de iklim değişikliği tartışılır hale gelmiştir. Ancak, dünya kendi dengesini kendi oluşturacağına göre, dünyanın geçmişte nasıl davrandığına da bakmak gerekmektedir. Buzul çağını yaşayan dünya yeri geldiğinde kendini daha yüksek sıcaklıklara da çekmektedir.

 

Bugün küresel ısınmanın, küresel soğumaya doğru geçtiği ön görülmektedir.  Zira bir sistemin -273,15 oC (0 Kelvin) entropisi sıfır olarak kabul edilir. Bu nokta referans noktası olarak alınır ve evrenin sıcaklığı Bing Bang’ den günümüze vegeleceğe doğru -273,15 oC  (0 Kelvin) yaklaşma eğilimindedir. Yani gelecekte soğuyan iklim değişimi teorik olarak beklenen bir durumdur.



Prof.Dr.Mustafa Bayram

23 Ocak 2016 Cumartesi

ONLAR NASIL BAŞARDI?

ONLAR NASIL BAŞARDI?
Ülkelerin isimleri anıldığında İLK AKLA gelen şey aslında o ülkenin imajını ve temel özelliğini gösterir. Örneğin, Amerika dendiğinde akla "uzay, yeni ürün ve büyük ekonomi", Almanya denilince "endüstri ve makine", Japonya denilince "teknoloji ve gelenek", Güney Kore denilince "gelişen yeni teknoloji", Rusya denilince "ordu ve temel bilimler", Çin denilince "hacimli üretim" akla gelir. Bunlardan birine ihtiyaç duyan, direkt olarak bu ülkeye gözlerini çevirir. 

Bununla beraber, yeni bir ürünün dünyada kabül gördüğünün temel göstergesi ise "Amerika pazarında satılıyor olması" önemli bir göstergedir. Prestij bir pazar olarak görülür, asıl yarış bu pazarda ölçümlenir. Bakıldığı zaman teknoloji pazarında yeni ürüne çevrilebilmesi için öncelikle bilginin ortaya çıkartılması gerekir. Bilgi varsa, ürüne çevrim daha kolaydır, alışkanlığı olan ülkelerin bu çevrimi yapması bir o kadar diğerlerine göre daha kolaydır. Bu aşamada bilgiyi kim üretiyor ve bu bilgiyi kim ürüne çeviriyor süreçini bilmek gerekiyor. Bazende bilgiyi üreten ürüne çevirme becerisi olmadığı için, diğerleri için aslında bilgi üreticisi olarak görev yaparken, bu bilginin katma değerine ürüne çevirenler sahip olmaktadır. 

Bu noktada, sihirli kelime AR-GE dir. Kısaltıldığı zaman kelimenin ne anlatmak istediği çok anlaşılmamaktadır. Yani, açılımı Araştırma ve Geliştirme'dir. Ülke olarak bu kelimenin hangisine hükmettiğiniz önemlidir. Hangisine sahipsiniz? 

İşin Araştırma kısmı bilginin üretildiği kısmıdır. Araştırma yapılmadığı zaman Bilgi üretilemediği için öncelikle bu aşamaya ağırlık verilmesi gerekir. Genellikle zengin ve gelişmiş ülkelerde bu kısım en önemli kısımdır. Başarılarının kilit kısmını oluşturur. Bilim ve yetişmiş insan en önemli kilit noktadır. Amerika, Almanya, Japonya, Finlandiya, Japonya gibi ülkelerde üniversiteler ve teknoparklar bu görevi yerine getirmektedir. Bu noktada, Araştırma kısmı için sağlam bir fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi temel bilimler kullanılır ve bu kısma ağırlık verilir. Bu aşama aslında önemli bir miktardaki paranın yatırılmasını gerektiren bir aşamadır. Bir koyup on alabilmek için bu biri birilerin koyması gerekir. 

İkinci kısım olan Geliştirme ise, ortaya çıkan bilginin ürüne çevrilmesi kısmıdır. Bu kısım parayı getirir ve ekonomiye direk 10'luk katkıyı sağlar. İşin bu kısmı mühendislik uygulamalarının daha yoğun olduğu kısımdır. Ürünün ortaya çıkarılmasımiçin bilgiyi ürüne çevirecek yeteğin o ülkede olması gerekir. Genellikle Amrika, Japonya, Almanya, Güney Kore gibi ülkeler bu aşama başarılıdır. Yeni ürünler ise bu ülkelerin markalarını taşırlar. 

Peki Rusya ve Çin?
Her iki ülke aslında temel bilimler konusunda çok iyidir. Bilgi üretebilmekle beraber, bu bilgiyi ürüne çevirme konusunda yeterli beceriye sahip değildir. Rusya daha çok bilgiyi üretir bu bilginin bir kısmını silah ve uzay teknolojisinde kullanır. Ancak, günlük hayata dair ürünlerde bu beceriye sahip gözükmemektedir. Çin ise Ar-Ge'nin sonrasını teşkil eden üretim ayağında hacimsel üretimi iyi yapabilmektedir. Daha çok diğer ülkelerin lisanslarını kullanarak üretim ayağında dünyanın ihtiyaç duyduğu ekonomik ürünleri ortaya çıkarır. Bu aşamada katma değer çok düşüktür. 

Peki Türkiye?
Türkiye hazır kaynağı yanı petrolü olmayan ekonomisi üretime ve ihracata dayalı bir ülke durumundadır. Bu global ekonomik yarışta her aşamada çaba göstermek zorundadır. Araştırma kısmında ve Geliştirme kısmında beraber büyümeyi sağlamak durumundadır. Çünkü, satabilmek için üretmek, üretmek için yeni ürün bulmak durumundadır. Asıl sancıda burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü, ülkenin bu işlerin tamamında başarılı olabilmesi için öncelikle sermayeye yani paraya ihtiyacı bulunmaktadır. Bu aşamada da sermaye konusunda kısıtlı kaynakları devreye sokmakta normal olarak dış kredi ihtiyacı duyulmaktadır. Özellikle, son yıllarda temel bilimlere olan ilginin azalmaya başlaması ile Araştırma yeteneğini kaybetmek riskini de taşımaktadır. 

Peki Türkiye denince akla ilk ne gelir?
Dünya sanayi ve ticaretinde yabancı bir ülkede Türkiye denilince akla gelen ilk şey "pratik zeka, hız ve agresif satış" dır. Özellikle Avrupa ülkelerinde de "Kapalıçarşı" satış tekniği Türkiye'ye özgü bir ticaret anlayışı olarak bilinir ve bazı yerlerde ders olarak ta anlatılır. Yani, Türkiye'nin hali hazırdaki yeteneği üretim (hızlı ve pratik üretim" ve satış noktasındadır. Araştırma olarak üniversitelere yüklenmiş bir misyon olmakla beraber üretilen bilginin karşılığını bulmakta zorlanılmaktadır. Yani, araştırma ayağı salt bilim olarak kalmaktadır. Bu sebeple de Geliştirme kısmı Araştırmadan çıkan bilgiler doğrultusunda değil daha çok alaylı ve mucitliğe dayalıdır. Ancak, satış Türkiye için en başarılı olunabilecek basamaklardan birisidir. Satma becerisi olan bir ülkenin eline ürün, ürünü üretmek için geliştirme, geliştirebilmek içinde bilgi gerekliliği sağlandığında, bunlarıda yapabilmek için de sermaye sağlandığında; aslında konu da tek cümlede özetlenebilmektedir. 


.............
Prof. Dr. Mustafa BAYRAM